Sağanak yağmur evlerin panjurlarını adeta dövüyor şimdi. Sanıyorum sonbaharın gelişinin en güçlü ayak sesleri, panjurlarda davulculuk oynayan yağmur damlaları. Önce rüzgârın savurmasıyla çarptıkları panjurun yüzeyinde paramparça oluyorlar. Sundurmanın altında bir araya gelip birlikten güç doğurmadıkları sürece hallerine acırsın. Sonunu bilmediğin her şeyde önce melankoli gelip seni yoklar.
Evin penceresinden dışarı bakınca hazırlıksız yakalananların telaşlı sığınak arayışından başka bir şey görünmüyor. Herkesin derdi çakan şimşekten ve ardından gelen kuvvetli gök gürültüsünden kendini kurtarmak… Daha düne kadar serinlemek için su birikintilerine kendilerini atanlar, şimdi iki damla suyla şekere dönüşecekmiş gibi telaşlı olmamalı değil mi? Olsa olsa çocukluktan kalma bir gök gürültüsü korkusudur. Başka açıklamam yok bu telaş hali için. Üstelik yağmura rağmen hava hala çok sıcak…
Aslında bütün bunlarla oyalanıp kafamı kuma gömmek varken bir yerden o gün tepip duruyor. Hani yağmur yağmasını dileyerek evinin hemen yanındaki parkta oturduğumuz o akşamüstü sinsice kafasını kaldırıyor anıların arasından. İnsanların durumlar karşında takındıkları anlamsız tavırlara söylendiğimiz o günü hatırlıyor musun sen de?
Şayet hatırlasaydın, dışarıda süre gelen nedensiz karmaşayı benim gibi gülümseyerek izlerdin. Karşı apartmandaki kadın yağmur başlar başlamaz tüm panjurlarını kapattı. Alt komşu da sanıyorum aynısını yaptı. Sen ya da annem evde olsa, sonradan cam silmemek için belki beni de aynısını yapmaya zorlardınız. Karşı apartmanın altındaki dükkânın sahibi, hani senin peynirini beğenmediğin, tentesine su birikmesin diye uzunca bir sırıkla tente örtüsüne meyil verdi. Elimde bir bardak kahveyle saçımın yağının camda bırakacağı ize aldırmadan pencerenin kenarına yaslanmış gülümsüyorum. Muhtemelen senin ömrün boyunca aklına gelmeyecek o gece düşüyor aklıma, sıyrılamıyorum.
Yağmurda hiçbir şey olmamış gibi hiçbir yere yetişmeyecek gibi yürümek… Bütün o insanlar ve kendilerini alt eden doğaları üzerine yaptığımız ateşli sohbetin özeti buydu sanıyorum. Küçük şeyleri pek sevmeyen insanlar… Biranın dibinde kalan bir iki damlayı içmemizi sağlayacak yağmur suyunun şişeye dolması… Her zaman ucuz bira içilen publar sulandıracak değil ya birayı! Doğanın sulandırdığı biraya duyduğumuzu iddia ettiğimiz saygı… Kendiliğindenliği kutsayışımız ve bununla savaşmamak için birbirimize verdiğimiz söz…
Yağmurdan kaçışan, etrafta sığınacak bir yer arayan insanlara şefkatle bakarken kendimi yakalıyorum. En çok ihtiyaç duyduğunu insan ölçerek dağıtır diye bana çıkışman kulaklarımda çınlıyor. Hiçbir yere yetişme derdi olmadan değişen hiçbir şey yokmuş gibi yürüyen tedbirsiz kimseyi görmüyorum. İçimdeki şefkat güçleniyor. Gözümden bir damla yaş süzülürken dudaklarım istemsizce gülüyor. Kafamı ben mi sallıyorum sağa sola, yoksa bir bebeğe şefkatle bakan yetişkin gibi istemsizce mi oluyor o salınım… Emin değilim, önemli de değil… Hiç, önemli değil…
Görünen o ki hala camekânla kapatılmış bir balkondan aşağıyı izlerken senin yanımda olmayışın derdimin büyüğü… Gözümü bulut gibi davranmaya itense sokağa çıkıp tek başıma bir hayali gerçeğe dönüştürecek takatimin olmaması… Kendimle bile baş edemiyorum. Cesaret mi şefkat mı… Gerçek… Sadece gerçek…
Yağmur şiddetini kendi istediği şekliyle ve kendi istediği zamanda azaltıyor. Hayat, çoğu zaman, senin de bildiğin üzere yağmur gibi. Şiddetli, şefkatli, var gibi, yok gibi, denizin üstünde oynaşan, kaldırım döven, ağaçları yıkayan ya da mahsulleri kıran… Yağmur gibi hayat… Senle paylaşamadığımız, beni bir camekâna hapseden… Yağmur az önce dindi. İnsan kadar hızlı dert edinen canlı var mıdır, bilmiyorum. Herkes sokağı kaplayan çamurdan kaçınıyor şimdi.
İnsanlar yüzlerini kısmi de olsa gösteren güneşe dönmek için saklandıkları yerden çıkıyor. Yanlarından geçen arabalar ve diğer insanlarla mesafeliler. Tepelerine inen temiz yağmurdan korkanların çamurdan kaçınmaması zaten mümkün değildi. İnsanlığa ve kendilerini korumak için geliştirdikleri akrobatik hareketleri daha sevimli buluyorum. Muhtemelen bu sevimlilikleri benim yağmuru göğüsleyemememi kendime itiraf etmemek için… İnsanlar gibiyim, hani şu aptalca davrandıklarını söylediğimiz insanlar… Yağmuru göğüsleyemeyince çamuru da göze alamıyorum. Aklımın içinden çıkmayan anılarla ve kurulup gerçekleşmeye fırsatı olmamış onlarca hayalle güçlükle savaşıyorum. En fazla saçlarımla camı yağlandıracak kadar kendiliğindenim. Böbürlendiğim kadar değilim. Böbürlendiğin kadar olabildin mi?
Yağmur dindi. Yaz boyu kafamızı şişiren kanalizasyon ıslah çalışmaları meyvesini verdi. Ortada çamur namına pek bir şey kalmadı. Aşk, yağmur ya da ardından kalan çamur gibi olabilir mi? Kendi zamanında kendi istediği şekliyle yüreğimden çekip gideceğini umuyorum. Belki hayat bir bahane yaratır ve çıkarım tekrar bu sırça köşkten, belki tahmin ettiğimden çok daha kısa sürede. Hayat varlıkla değil yoklukla eğitiyor bazen yağmur gibi…
Sigaram bitti… Dışarı çıkmaya mecburum şimdi…
Hakan KİPER
yağmur sevgiye benzer…durduramazsın