Sabah sabah…

Karabaş Martı

Çatılara sıralanmış uzaya seslenen uykusuz uydu antenleri.
Yükselen güneşin ısıttığı çimenlerin üzerinde biten sabah sporcuları.
Godotu bekleyen tel nöbetindeki güvercinler.
Sarp vadiyi dolanan öfkeli belediye otobüsü.
Isınan betonun çıtırtılı mutluluğu.
Fotoğraf kareleri gördüğüm.
Kırpışan gözlerimin önünde.
Bu ışıkçılar bu da yolcular
Hakikati nerede arasak
Işık mı
Yol mu

Sabahın tekdüze tınıları
Saf ayrışmış karışmamış
Fevkalade güzel
Az sonra, güneş yükseldikçe
Görüntüler netleştikçe yani
Kavramlar birbirine girecek
Soyut bir otorite belirecek şeylerin sırtında
Telde bekleyen kuş, kuş olmaktan çıkacak
arabanın üzerine sıçan bok makinesi oluverecek
Binalara girerken turnikeler ötecek
Patron gözlerinizin içine bakacak
Bir şeyler söyleyecekmiş gibi
Bok arabası der gibi anladın mı
Ama söylemeden asansöre yönelecek
Sana da günaydın iğrenç adam diyeceksin mırıldanarak

Hakikatı arayıp ne yapacağım diyebilirsin
Bankamatikte yine sıfır yazan bir bakiyeyle
Bir türlü yatmayan bir kadın bir organ ve bir parayla ilgili hikayeler…
Yahut ne bileyim
Bu yeni anlamları sana üniformalı bir polis memuru öğretecek
Ehliyet ruhsat lütfen
Az önce sarılar kırmızılar içindeydiniz
Ve geçip gittiniz sonbahar yapraklarını savurarak

Tiksinmekle aşık olmak arasında bir yerdeyim
Şeylerin çıplak halleri
Dedim ya fevkalade
Düşünmeyi bırakıp
Ara ara öğürüyorum
Sıfır bakiyeyle bakınca hayata
Kendime geliyorum

Dionosfer HENRY

Yorum bırakın